Bugun...


Adem KARAFİLİK

facebook-paylas
YAVAŞ YAVAŞ ÖLÜR BAZI İNSANLAR
Tarih: 16-11-2023 10:00:00 Güncelleme: 16-11-2023 10:00:00


             Yavaş yavaş ölürler

Seyahat etmeyenler,

Yavaş yavaş ölürler okumayanlar,

Müzik dinlemeyenler,

Vicdanlarında hoş görmeyi barındırmayanlar.

Diye başlıyor; Pablo Neruda, “Yavaş Yavaş Ölürler” şiirine.

Genç avukat “İpek Ertürk” intiharından önce arabasına bıraktığı notta şunları yazmıştı, "Yavaş yavaş delirdim, kimse bunu fark etmedi.”

Yaşanan tüm coğrafyalarda, özellikle de bizim coğrafyalarımızda bir şeyler oluyor. Tüm insanlık, yavaş yavaş, yavanlaşarak, yozlaşarak, inançsızlaştırılarak ve değersizleştirerek, evrilerek değiştiriliyor.Faryâdı figân bir şeyler oluyor ama sağırlaştırılmış kulaklarımız, filtreler konulmuş gözlerimizle neler olduğunu duyamıyoruz, göremiyoruz. Uyuşturulmuş beyinler, dayatılan sanal mutluluklarla yokoluşa doğru sürükleniyoruz. Birileri biliyor ama değiştirilen, evrilenler neler olduğunu bilmiyor.

 

Evlad babaya değil,

Baba evlada hizmet eder oldu.

Bize bir nazar oldu,

Cumamız pazar oldu.

Bize ne oldu ise,

Hep azar azar oldu.

Dizeleri ile ne de güzel özetlemiş Arif Nihat ASYA

Komşu komşuya, kardeş kardeşe, insanlar diğer insanlara, toplumlar toplumlara, milletler milletlere, devletler devletlere düşman oldu. Nasıl olduğu bilinmeden, hepsi de yavaş yavaş oldu.

Bencillik, megalomanlık, egoizm, narsistlik, kişisellik, bireysellik vb. kavramlar özgünlük adına kişiliğimizi bozguna uğrattı. Siz buna layıksınız benzeri sloganlarla, güya refahımız, mutlu olmamız rahat etmemiz için en güzel ortamlar en süslü yollarla sunularak gözlerimiz boyandı. Kendini beğenme hastalığına yakalanan kişiler tıpkı Narkisos gibi kendine hayran olma, kendine tapınma, kendinden başkasını görmeyerek, gerektiğinde diğerlerine zulmederek daima kendini ön plana çıkararak, tedevisi mümkün olmayan narsizm vb. hastalıklara yakalandılar.

Mehmet Akif Ersoy’un, Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı? İsimli şiirinin ilk dizeleri durumu çok güzel açıklıyor.

 

Yâ Râb, bu uğursuz gecenin yok mu sabâhı?

Mahşerde mi bîçârelerin, yoksa felâhı!

 

Nûr istiyoruz... Sen bize yangın veriyorsun!

'Yandık! 'diyoruz... Boğmaya kan gönderiyorsun!

Günümüzde yaşananlaruğursuzluk mudur? Bilmiyorum. Ama bilinen bir gerçek ki, karmaşalar, belalar ve sıkıntılar yavaş yavaş zerk edilerek kişiliğimiz esir alındı. Değişime direnç gösterme durumlarında, en acımasız şekilde değiştirildi/k.

Televizyonlarda toz pembe hayallerle süslü sanal mutluluklar hazırlanarak, Hollywood senaryolu pembe dizilerle dayatılan sanal mutluluklar sunuldu. Tıpkı haşlanmak için suya atılan kurbağalar gibi, yavaş yavaş ısıtıldık, ısınan suyumuz ruhuhumuzu bedenimizi gevşetti, tatlı bir rehavete kapıldık, direncimiz tamamen yok oldu, suyun sıcaklığı arttıkça direnç mekanizmamız tamamen yok oldu ve farkında olmadan haşlanarak yok olduk.

Tüm sorunların iki ana kaynağı olan korku ve güvensizliği hayatımızın her alanına yerleştirerek. İstesek de istemesek de değiştik/değiştirildik. Değişime direnç gösteremeden, her şeyimizle bambaşka bir yapının sadece kullanılan geçici etkisiz birer elemanı olduk.

Mehmet Akif’in şiirinin bir bölümünde söylediği gibi;

 

Eyvâh! Beş on kâfirin îmanına kandık;

Bir uykuya daldık ki: cehennemde uyandık

Değiştirilmeye karşı direnç göstermeyi bırak, mücadele etmeyi akıl bile edemedik. Kendimizce değiştik ve geliştik. Çoğumuz da geliştiğimizi zannederken, başka yapıların birer tuğlası olarak değiştirildik.

Önce yavaş yavaş, sonra engellenemez bir ivme ile fıtratta var olan, insanî duygularımızı, sevgi, saygı, umut, üzüntü, merhamet, vicdan, iman, inanç vb. duygularımız yok olmaya başladı. Olaylara, değişimlere ve sonuçlara tarihsel süzgeçle baktığımızda bu değişimlerin ayan beyan ortada olduğunu görüyoruz. Ama… yalnızca ama.

 

Dul kaldı kadınlar, babasız kaldı çocuklar,

Bir giryede bin ailenin mâtemi çağlar!

 

En kanlı şenâatle kovulmuş vatanından

Milyonla hayâtın yüreğinden gidiyor kan!

 

İslâm'ı elinden tutacak, kaldıracak yok...

Nâ-hak yere feryâd ediyor: Âcize hak yok!

Mehmet Akif Ersoy

Üretmeden tüketmenin çılgınlığına, kazanmadan bitirmenin, biriktirmeden harcamanın rehavetine çabucak kapıldık.

Kredi kartlarının, geleceği ipotek altına alan taksitlerin, her alanda dayatılan kredilerin yok eden tuzağına düştük. Bir yerlerde, birileri tarafından hükmümüz verildi. Mahkum edildik. Ama yavaş yavaş teslim alındık.

Bin bir türlü, yol yöntem ve stratejinin etkisiyle, markaların meraklısı, biçilmiş kıyafetlerin aksesuarıydık artık. Otomobil modellerinin sarhoşu, teknolojinin ve cep telefonlarının kölesi olduk. Onlarsız yaşayamaz hale geldik. Bu da yetmiyormuş gibi, yeni yeni çağdaş putlar oluşturduk.

Alınan maaşların tamamını, maddi imkanların kat kat fazlasını, daha kazanmadığımız paralarımızı dahi teknolojik aletlere ve çoğunu da kullanmadığımız eşyalara harcar olduk.

Toplumsal mutlulukları çoğaltmak yerine, pragmatist, ferdiyetçi, kişisel menfaatleri düşünmeye, tek taraflı biriktirmeye başlar olduk. Tek taraflı, bencilce takınılan tavırlar ve bu duygularla harekete geçen menfaatperest davranışlarla anlamımızı yitirmeye başladık.

 

 

 

Adem KARAFİLİK

akarafilik@gmail.com



Bu yazı 701 defa okunmuştur.

FACEBOOK YORUM
Yorum

YAZARIN DİĞER YAZILARI

YAZARLAR
ÇOK OKUNAN HABERLER
  • BUGÜN
  • BU HAFTA
  • BU AY
SON YORUMLANANLAR
  • HABERLER
  • VİDEOLAR
HABER ARŞİVİ

Web sitemize nasıl ulaştınız?


nöbetçi eczaneler
HABER ARA
Bizi Takip Edin :
Facebook Twitter Google Youtube RSS
YUKARI