Nizamettin KARS
Gülseren Budayıcıoğlu’nun danışanlarının hayat hikayelerini ifşa ettiği ve bir furya haline gelen televizyon dizileri var. Daha önceki sayılarda bu dizilerle ilgili eleştirel bir yazı yazmıştık. Toplumdaki yozlaşmayı ve çarpık ilişkileri doğallaştırarak normalleştirme amacı taşıdığını belirtmiştik o yazıda. Bu yazıda madalyonun bir de öbür tarafından bakarak özellikle iki dizi üzerinden bir özeleştiri yapma ihtiyacı hissettim.
Kızılcık Şerbeti adlı dizi zengin ve İslam’a bağlı bir ailenin ve çevresindekilerin çarpık ilişkilerini ele alıyor. Ömer adlı dizede ise bir imam ve müezzin oğlu merkezindeki olayları konu ediniyor. Belli ki her iki dizide de Türkiye’deki dindarlar üzerinden İslam’a operasyon çekiliyor. Bu iki diziye bir de Kızıl Goncalar diye yeni bir dizi eklendi. Bu dizi diğer ikisinden biraz farklı. Özelde bir tarikatın( İsmailağa Cemaati) içerisindeki ilişkileri farklı bir dil ve kurguyla veriyor. Bunu da ustalıkla yapıyor. Ne şiş yakıyor, ne kebap. Ama hem nalına vuruyor hem de mıhına. Dizi bir yandan bir tarikat içerisindeki çağ dışı (çocuk yaşta evlilik gibi) birtakım olayları verirken bir yandan da bir doktor ve çocuk yaşta evlendirilen bir kadın üzerinden Dindarlar ve 28 Şubatçıların hesaplaşmalarını vermeye çalışıyor. Gençlerimizin dinden soğuduğu bir zamanda kuran kursu hocasının küçük yaşta bir kızcağıza tokat atma sahnesi, kuran kurslarıyla ilgili antipati doğuracak nitelikteydi. Diğer iki dizide kimin eli kimin cebende belli değil. Yaşlı başlı dindar bir adam torunu yaşındaki bir kıza gönlünü kaptırırken, onun eşi olan başı örtülü babaanne de kocasının gönlünü kaptırdığı kızın ortağına kur yapmaya başlıyor. Tam bir Sodom-Gomore hali… Kızıl Goncalar dizisinde üstün zekalı kız çocuğunun annesi, okumasını isterken aklını kiraya vermiş olan babası onu Efendi Hazretlerinin torunuyla evlendirmek istemekte. Bu arada evlendirilmek istenen delikanlının da akıl sağlığı pek yerinde değil ya neyse. Bir sahnesi çok etkileyiciydi; kız kendisine yardımcı olmak isteyen Profun 28 Şubatçı olduğunu öğrenince odasına çıkıp tahtaya bir önerme yazıyor. Önermenin sonucu 28 Şubatçı hocanın da Efendi hazretlerinin de kapalı kızların okumasını yasakladıkları ve bu bakımdan birbirlerinden bir farklarının olmadıklarıydı. Ülkemizde bir kadının reddettiği erkek tarafından başı taşla ezilerek öldürülün dizi değil, her bölümünde defalarca kızlarını döven, onları yerden yere savuran dizi değil, Esra Erol, Müge Anlı programları tarzı insanlıktan çıkartan programlar değil, bu Kızıl Goncalar dizisi şikayetler üzerine program durdurma cezası aldı. İki bölümü yayınlanan dizi belki de üçüncü bölümünü göremeyecek.
Yani işin özü; dini, dili ve giyimi ne olursa olsun kız çocuklarını okutun diyen bir dizi yasaklanırken, kız çocuklarına “Okumayın” açılın- saçılın, gidin kendinize zengin koca bulun diyen diziler çatır çatır oynatılıyor. Anlaşılan RÜTÜK ciddi bir uyarı almış. Sonuç itibariyle bu dizilerin amacı belli. Konularının abartılı oluşu da belli. Ancak dindar topluluğun hiç mi kabahati yok! Bu noktayı düşünmemiz gerek. Biz dindarlar gerçekte ne kadar dindarız! İslam’a ne kadar bağlıyız?.. Bütün İslam aleminin İslam dinene olan bağlılığı Gazze katliamları süresince kabak gibi ortaya çıktı. Sadece ellerimizi açıp “Allah’ım İsrail’i ve Siyonistleri kahreyle” diyerek adeta İsrailoğullarının Hz. Musa’ya söylediğini söyledik. “Ey Musa, Sen rabbinle git, onlarla savaş.” biz de oturup dizi izleyelim.
Son yirmi yıldır bir ahlaki çözülme yaşamakta dindar kesim. Bunun birçok sebebi var; sosyal medyanın ceplerimize kadar girmesi, küreselleşmenin hız kazanması ve “adı dindar” olanların iktidarda olması başlıca sebepler arasındadır. Dünya tarihindeki her devrimin arkasında burjuva sınıfı bulunmaktadır. Bu sınıf soylu olmayıp kendi çalışma gücüyle zenginleşen bir topluluktu. Her ne kadar AKP iktidarının arkasındaki güç burjuva sınıfı olsa da AKP’nin geldiği mahalle o sınıfa dahil değildi. Bundan dolayı burjuva sınıfı ile AKP arasında bir güç savaşı, sosyal, kültürel ve ekonomik çatışmalar başladı. İktidarının ikinci döneminde burjuvanın desteğini kaybeden AKP, bazı yerlere verdiği sözden dolayı eski mahallesine de dönemeyince kendi burjuvazisini oluşturmaya başladı. Burjuvanın kontrolündeki medya, STK, sendika ve bürokratların 28 Şubat darbesindeki rolünden dersler çıkaran AKP iktidarı, kısa zaman içinde medyanın neredeyse tamamını devşirdiği burjuvaya kazandırdı. İslamcı STK’lar başta olmak üzere birçok STK’yı da besleyerek kendine bağladı. Kendilerine muhalif olan bürokratları da saf dışı ederek kendi mahallesinden yeni bürokrat sınıfı oluşturdu. AKP siyasi devrimini gerçekleştirdi ancak, kültürel devrimini gerçekleştiremediğinden bazı Mücahit olan abiler önce Müşavir sonra Müteahhit oldular. Görünürde İslami eğitimleri çok iyi olsa da nefs, kişilik ve karakter eğitimleri zayıf olan normal yurdum insanı, koltuğa oturunca ne oldum delisi oldu. Kerameti kendinde bilip birçok sınırı zorladı. Kasa-Masa-Nisa imtihanı çetin olmaya başladı. Birçoğu küçük maaşlarla geçinin yurdum insanı, birdenbire üç-beş dolgun maaş cebe atınca o parayı nereye harcayacağını bilemedi. Kimi sekreteriyle, kimi üst düzey bürokratıyla ikinci evlilik adı altında dost hayatı yaşamaya başladı. Kimi anne- kız aynı koruma memuruna âşık olurken, kimi sevgilisiyle teknede basıldı. Kimi deniz aşırı ülkelerde kumar masalarında yakalındı, kimi lüks arabasında kokain çekerken. Kimileri Hintlilere özenip süper lüks nişan ve düğünler yaptı. Kimileri de lüks yatlarda doğmamış çocuğa don biçercesine “baby shower” partileri düzenledi. Biri kalkıp “Günah işleme özgürlüğümüz var.” dedi. Bir diğeri İslam’ın güncellenmesi gerektiğini söyledi. Bütün bu yozlaşma arasında diyanet yetkilileri Kur Korumalı Mevduatın faiz olmadığını söyledi. Tabi ki bu yetkiliye bağlı imamlar boş durmadı. Onlar da imamlığı sadece bir meslek olarak görüp izinli oldukları gün camiye gelmemeye başladılar. Hatta hızını alamayan imamlar, emekli olunca caminin kapısından dahi içeri girmeyeceğini söylediler. Kısacası bizim mahalle böyleyken, art niyetli insanların bizim mahalleyi dikizleyip bazı şeyleri dizi yapıp ifşa etmesini de yadırgamamak gerekir. Kol kırılır yen içinde kalır sözü artık geçerliliğini yitirmiştir. Çünkü kırılan kol yene ve vücuda zarar vermeye başladı. Kan kusup kızılcık şerbeti de içmeyeceğiz. Kırılan kolu kesip atacağız. Ancak o şekilde özlenen İslam toplumuna ulaşabiliriz.