Yarattığı ilk insana “Kalemle yazmayı” ve eşyanın isimlerini öğreten, kendi ilminden veren Cenab-ı Allah, Son Peygamber Hz. Muhammed (s. a. v.)’e de ilk emriyle “OKUMASINI” bildirmiştir. Cenab-ı Allah varlığı bilinmek için yarattığından, eşref-i mahlukat insan oğluna öğrenmek, bilmek, öğretmek çabası ve gayretinde olması için beşikten mezara kadar ilmi farz kılmıştır. Ayrıca insanın kulluk vazifesinde hatalara, inkara düşmemesi için ona uyarıcılar, peygamberler göndermiştir. Peygamberler, gönderildikleri toplumların öğretmenleridir. Peygamber Efendimiz: “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim. . . Beni Rabb’ im terbiye etti, bu sebeple ne güzel oldu.” diyerek dünyaya geliş sebebini gerçek ve doğru terbiye edenini açıklamaktadır. Peygamberlerin emanetçileri öğretmenler de toplumu insanlığı eğiten, yol gösteren birer ışık, birer meşaledir.
Öğretmenler, ALLAH’TAN ve Peygamber’ den aldıkları kutsal emaneti kendilerinden sonrakilere aktarmakla görevlidirler. Bu kutsal emaneti şair şöyle özetliyor: Söz verdik Mevla’ ya Kalu bela’da Bu yolda verilmiş ıkrarımız var. Bir günlük ömür için fani dünyada Kula kul olmama kararımız var. . . Şairin dediği gibi “müjdecimiz, kurtarıcımız” Peygamber Efendimiz: “Bir elime güneşi, bir elime ay’ ı verseler davamdan vazgeçmem.” derken, ömrünün sonuna kadar insanlığın kurtuluşu için çalışacağını belirtmiş, gerçekten bu görevini de en güzel şekilde yerine getirmiştir. O insanlara ne söylediyse, onlardan ne istediyse önce kendisi tatbik etmiş, örnek olmuştur. . . Aynı iman ve şuurda olan bir öğretmen, Yunus Emre’nin belirttiği gibi, “kendi” olan “kendini bilen” insanlar yetiştirme azim ve gayreti içinde olacaktır. Çünkü öğretmen bilir ki “kendini bilen” HADDİNİ, haddini bilen “RABBİ’Nİ” bilir. Peygamber Efendimizin de belirttiği gibi: “Allah’tan ancak alim kulları gereği gibi korkarlar.” yine Kur’an-ı Kerimin ifadesi ile bilenlerin sorumluluğu ile bilmeyenlerin sorumluluğu aynı değildir. İşte bu anlayış içinde tarihler boyunca toplumun, insanlığın ruh mayasını şekillendiren büyük ruh mimarlarına büyük görevler düşmektedir.
Erasmus: “Eğer çocuklarınızı ihmal ederseniz hayvan, dikkatle özenle eğitirseniz Allah’tan bir mana elde edersiniz.” Diyor. A. EİNSTEİN “Bir ülkenin geleceği, o ülke insanlarının özellikle gençlerin göreceği eğitime bağlıdır.” diyor. Mustafa Kemal Atatürk: “Gençliğin göreceği eğitimin sınırları ne olursa olsun onlara en evvel ve her şeyden evvel milli ananelerimizle düşman unsurlarla mücadele etme lüzumu ve gayreti mutlaka öğretilmelidir.” diyerek milli eğitimimizin temeli ilkelerinin neler olması gerektiğini açıkça ifade etmiştir. İnsanlık ve millet geleceği için, kutsal emaneti kendinden sonrakilere aktarma görevini üstlenen ruh mimarları, geleceğin bekçileri; çocuklara, “EMANETULLAH” nazarıyla baktığı için, birer sevgi –şefkat-merhamet-sabır-hoşgörü- abidesi olacaktır. Öğretmenin işi “sevgi” işidir. Bunun için de “gönüller yapmalı, gönüller fethetmelidir.” Her gönülü KâBE kabul eden bir anlayış, her sözü zikir, her susuşu fikir(tefekkür), her attığı adım çağlar açan, her bastığı yerde güller biten, haykırdığında nice tekfur saraylarını, burçlarını deviren, dünyayı elinin tersiyle itip görevden göreve koşarken, birinden yorulduğu halde “başka daha yok mu” diye, yorgunluklarını değişik meşguliyetlerde gidererek üretken sorumlu, sevgi-bilgi-inanç-çalışkanlık kahramanları yetiştirebilmesi için “peygamberane” tavır ve anlayış içinde olan öğretmen bir şefkat abidesi olmalıdır. Eserin kıymeti zahmeti ölçüsündedir.
Öğretmen büyük zahmetlerle, büyük ideallere sahip nesiller yetiştirendir. Öğretmen gençliği geleceğe hazırlarken Hz. Ali’nin de belirttiği gibi çağın ihtiyaçlarını, gereklerini, özelliklerini bilmek ve ona göre yetiştirmek zorundadır. Öğretmen her zaman yeni bilgi ve buluşları, bilimdeki ilerlemeleri, teknolojiyi yakından takip etmeli, araştırmalı, bilmelidir. Maddenin-çıkarın-faydacı düşüncenin egemen olduğu ve insanın yalnızlığa itildiği, küreselleşirken, bireyselleşen dünyada, öz değerlerin kazandırılmasında “Rabb’in eseri” üzerinde çalıştığını asla unutmamalıdır. Eserinde, hassas bir cevheri işleme titizliği içinde özen göstermeli, kıymetli madenlerin derinlerde olduğu inancıyla, sabırla çalışmalı, insan ruhunu keşfedici bir yeteneğe sahip olmalıdır.
Eğitim davranışların değişmesi, gelişmesi olduğuna göre, bildiklerini önce kendisi yaşayarak, “BİLGECE” yol göstermeli, değişimin önce kendini değiştirmekten başlayacağını unutmamalıdır. Öğretmen alışkanlıklarıyla değil, davranışlarıyla da bir model, bir ayna olmalıdır. Sevgi ve saygıyla öğretilenlerin daha etkili ve kalıcı olduğunu bilerek, öğrencilerini dinlemeli, onlara kendilerini ifade fırsatı ve imkânı hazırlamalıdır. Onlarda düşünce üretme, karar verme haklarıyla grup sorumlulukları vermeli, mensubiyet-mesuliyet duygusunu geliştirmelidir. Öğretmen, öğrenciye, neyi, niçin, ne kadar, nasıl öğrenmesi gerektiğini, bilgiye ulaşmayı ve bilgiyi kullanmayı öğretmelidir. Öğrencilerin mantık-muhakeme, gözlem gücünü ve yeteneğini geliştirmeli, geçmişten geleceğe hatalardan dersler çıkararak çözümler üreten, yarınlara hazırlanırken öz güveni olan güçlü şahsiyetler yetiştirmelidir. İnternetle bilgiye kolayca ulaşılabilen bir çağda her şeyden önce eğitimin merkezinde insanın-öğrencinin olduğunu asla unutmamalıdır. Bu sebeple insan duygularını ve ahlakını geliştirici, besleyici faaliyetlerde bulunarak, iyiyi-doğruyu yaşayarak öğretmelidir.
Sevginin anlatılamayacağını, yaşatılacağını bilerek, gönülleri fethetme yollarını bulmalı, büyük Devlet olmak için önce GÖNÜL KALESİNİ VE BEYİN KUMANDA MERKEZİNİ güçlendirmelidir, birleştirmelidir. Öğretmen, öğrenciyi eğitirken sınıfta yapayalnız olmadığını, “birilerinin” onu takip ettiğini, öğrencilerle birlikte çevrelerini, ailelerini de eğittiğini, bu işi gereği gibi hakkıyla yaparken emaneti aldığı Yüce Makama hesap vereceğini, yapacağı en küçük bir yanlışın belki de nesiller boyu sürebileceğini, söyleyeceği her sözün ve yapacağı her davranışın vebalinin büyük olduğunu unutmamalıdır. Atatürk: “Muallimler, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır.” derken, yalnız öğretmenleri yüceltmiyor, ayrıca bir noktaya dikkat çekerek, eserdeki hataların müellife ait olacağını da bildiriyor. Bu düşünceyle, kötü ustadan iyi eser çıkmayacağı sonucuyla, öğretmen iyi bir usta, iyi bir sanatçı gibi mükemmele ulaşma çabasında olmalıdır. Sonuç olarak, Merhum Cemil Meriç’in özleminde olduğu gibi, “Muhteşem bir maziyi muhteşem bir geleceğe bağlayan köprüler”; geleceğin umuduyla, zirvelere, sınırların ötesine ulaşmak için çilelere, zahmetlere, acılara sabırla-sevgiyle katlanan fedakâr-cefakâr-büyük ahlak abidesi, ruh mimarları öğretmenler sayesinde kurulacaktır. Uykusuz gecelerde umut ışıklarını birer birer yakarak güneşleri bekleyen ilim ve irfan ordusuna binlerce selam.
Tülay ERSAN EĞİTİMCİ- YAZAR